12 Şubat 2013 Salı

Bozcaada


Güneş kavurucu bir sıcağı haber verirken, Odunluk İskelesinde demli bir çayla kahvaltınızı yapıyorsunuz. Karşınızda kıraç bir ada. Çevrenizde iskele, araba kuyruğu ve feribotu bekleyen insanların dışında bir şey yok. Bütün bir geceyi yolda geçirmenin yorgunluğu, bütün bunlarla birleşince, içinize kurt düşürebilir. Acaba güzel bir kaç gün geçirmek için teptiğiniz yol, bunca sıkıntıya değecek mi?
Saatler 10:00’a doğru ilerlerken yavaş yavaş bir hareketlenme başlıyor. Umursamaz tutumlarından birden sıyrılan insanların bir kısmı arabalarına, bir kısmı da feribota koşturmaya başlıyor ve yolculuk başlıyor. Daha önce adaya gelenler, feribotun çeşitli yerlerinde vakit geçirmeye çalışırken, ilk defa gelenlerin gözleri sürekli adayı izliyor. Toplam yarım saat süren yolculuk, onlar için pek de çabuk geçmeyecek anlaşılan. Adaya yaklaştıkça beliren her ayrıntı, merakın ibresini daha da yukarı çıkarıyor. İlk önce kale gözüküyor, ardından yavaş yavaş evler seçilmeye başlıyor. İskele ve bekleşen insanlar seçilmeye başlayınca, yolculuğun sonuna yaklaşıldığı anlıyorsunuz. Kıyıda bekleşen kalabalığın meraklı gözleri, sizin ve sizinle gelen insanların üzerinde tek tek dolaşıyor. Tedirginliği artıran birkaç dakikanın ardından, gelenlerle karşılayanlar arasındaki eşleşmeler tamamlanıyor ve kalabalık dağılıveriyor. Bunca insanın birden nereye kaybolduğunu anlamak gerçekten güç. Sıcaktan bunalan bir kaç insan yavaş yavaş sağa sola yürüyor, kıyıdaki restaurantlar akşama hazırlıklarını yapıyor, bunların dışında ortalıkta kimse yok. Artık denize girmekten başka fazla bir seçenek kalmıyor geriye. Rüzgarıyla meşhur adada, rüzgar almayan bir koy bulmak her zaman mümkün. Bunlardan birine yerleşin kendinizi Ege’nin o serin sularına bırakın ve adayı dinlemeye başlayın.
Tarihin sayfalarına geçen ilk konuklar Pelasglar, İÖ 2000 yılında adaya yerleşiyor. Persler ve Büyük İskender’inde idaresinde kalan ada, M.Ö. I. yüzyılda Romalılara geçiyor. İmparatorluğun ikiye bölünmesiyle Bizanslılarda kalıyor. Daha sonra Venediklilerin hakimiyetinede geçen ada, Bizans yıkılana kadar Venedik – Ceneviz – Bizans arasında sürekli el değiştiriyor. Bizans’ı tarih sahnesinden silen Osmanlılara karşı koyamayan diğerleri de, adayı yakıp yıkarak terkediyorlar. 1479 yılındaki savaşlardan sonra ele geçirilen ada yeniden imar ediliyor ve Gelibolu Sancağı, Kaptanpaşa Eyaleti’ne bağlanıyor. III. Mehmet zamanında padişah hasları arasında bulunan ve tapu kayıtlarına göre 242 Hristiyan ve 18 Müslüman hanesi bulunan Bozcaada; cumhuriyet döneminde Çanakkale İli’ne bağlı bir ilçe merkezi oluyor.
İşte 42 km²’lik adamızın kısa hikayesi. Bütün bu yaşanmışlıkların izlerini taşıyan sokaklarda yapacağınız bir gezinti, size çok farklı lezzetler tattıracaktır. Çeşit çeşit çiçeklerin süslediği; arnavut kaldırımlı sokakların iki yanına dizilmiş inci gibi evler. Evlerin pencere ya da kapılarında görülen, güleryüzlü, tatlı dilli, misafirperver insanları görünce; jeopolitik öneminden dolayı bir çok savaşa tanıklık ettiğine inanamıyor insan. Sokakların arasında dikkatimizi çeken çan kulesi, zamanında nüfusun çoğunluğunu oluşturan Rumlara ait bir kilisenin. Şimdilerde sayıları çok azalsa da, kimliklerini ve geleneklerini unutmuyorlar. Yıllara meydan okumaya pek hali kalmamış çan kulesi, yıkılacak gibi dursa da, hala esrarengiz bir güzelliğe sahip. Kilisenin içi dışarısı gibi sade değil. Aksine binbir emekle bezenmiş, bir nakış gibi işlenmiş. Yıllarca dostça, kardeşçe yaşamış iki toplumun diğerine ait iki ibadethane daha var adada: Köprülü Mehmet Paşa ve Alaybey Camileri.
Sokakların büyüsünden sıyrılıp bir meydana çıkıyorsunuz. Üstü tamamen ağaçlarla kaplanmış bu alanda bulunan çay bahçelerinde bir soluk alın. Sonra iskeleye doğru yürüyeceğiniz kısacık bir yol, sizi kalenin kapısının önüne getirir. İlk olarak kimler tarafından yapıldığı bilinmeyen kale; çeşitli defalar onarılmış. İç ve dış kale olmak üzere iki kısımdan meydana gelen kalenin çevresini 10 m derinliğindeki bir su hendeği kuşatıyor. Görkemli bir yapı ve harika bir panoramaya sahip kalenin içinde bir de küçük etnografya müzesi bulunuyor.
Adaya gitmeden önce en çok duyulan, gidilince de en çok görülen şey üzüm bağları. Topraklarının büyük bir bölümünü kaplayan bağlarda yetişen üzümleri dünyaca meşhur. Kuntra cinsi üzümden yapılan kırmızı, vasilaki cinsi üzümden yapılan beyaz şaraplarıyla da tanınıyor burası, her ne kadar eski lezzetleri bulunmasa da. Zaten eski tadı kalan o kadar az şey var ki. Bağcılık her geçen gün biraz daha zorlaşıyor burada. Arazisini satıp gidenler ve azalan yağışlar, bağcılığı her geçen gün biraz daha öldürüyor. Eski tarihlerdeki paralarının üstünde bile üzüm salkımları bulunan Bozcaada için iyi bir yazgı değil bu.
Akşam çökmekte adanın üstüne. Kıyıda yanyana dizilmiş restaurantlardan birini seçin ve balık siparişinizi verin. Bu ziyafete en güzel adaya özgü şaraplar eşlik etse de meraklıları için rakı da bulunuyor. Yan masalardan birinde hafifçe mırıldanılan bir melodiye rüzgar ve deniz de katılıyor. Kaldırılan her kadeh, insanı Bozcaada’ya daha çok bağlıyor. Ve insan Bozcaada’ya bağlandıkça, Herodot’un sözlerini daha iyi anlıyor:
“Tanrı; insanlar uzun ömürlü olsun diye Bozcaada’yı yaratmış.”