13 Nisan 2013 Cumartesi

Dağlardaki Bereket: Uzuncaburç




Demircili Anıt Mezarları

Silifke'den çıkarken tahmin ettiğim süreden uzun bir zamanda varıyorum Uzuncaburç'a. Bunun iki nedeni var: Sevimli olanı yol üzerinde, Demircili Köyü'nde gördüğüm anıt mezarlar. İkisi yan yana olmak üzere toplam dört mezar küçük ve sevimli yapılar. Köy evleri ve bahçelerin arasında hemen kendilerini belli ediyorlar. Her ne kadar ayrıntıları yok olsa da taş işçilikleri çok güzel. Sevimsiz sebebim ise yol çalışması nedeniyle girdiğim bozuk yol ve hiç bir yönlendirme olmaması nedeni ile yaşadığım stres. İlkini atlattıktan sonra ikinci bir yol yapımı ile yine yolum değişiyor, sonunda Uzuncaburç'a ulaşıyorum.



Yol üzerinde gördüğüm belediye tabelalarından dolayı büyük bir yerleşim bekliyorum, sadece tek katlı belediye binası, karşısında bir kahve ve bir kaç küçük yapı karşılıyor beni, arkalarında da buraya ismini veren tarihi yapı. Yerleşimin evleri, genelde yol boyunca gördüğüm tarlaların, bahçelerin aralarında kalıyor. Yol yorgunluğunu, sersemliğini bir kahve ile atmak istiyorum. Çay bardağında sunulunca burun kıvırdığım kahvenin enfes tadı ile gözüm açılıyor. Hedefim olan antik kent kalıntılarına doğru seğirtiyorum, Mersin'in en iyisi olduğunu duydum, diyenler haklıymış. Fazla çalışma yapılmamasına rağmen kalıntılara bakınca zamanında nasıl oldukları konusunda bir fikri oluyor insanın. 



Cazip bir gölgesi olan çınar ağacının karşısında yer alan sütunlu caddenin girişinde anıtsal kapıdan kalan beş sütun bulunuyor. Yolu takip edince sol tarafımda Zeus Tapınağı kalıyor. Yüzyılların depremlerine, rüzgarlarına, yağmurlarına inat ayakta kalan sütunlarıyla etkileyici bir yapı olan tapınağın kalıntıları arasında farklı hayvan kabartmalarının olduğu taşlar, üzüm hevenkli lahit ve birbirinin peşi sıra uzanan üç kişinin olduğu bir lahit kapağı dikkat çekiyor. Zeus Tapınağı'nın hemen yanında yer alan Şans Tapınağı'nın yanında bulunan kentin kuzey kapısından çıkıyor, geldiğim yoldan farklı bir güzergahı tercih ederek geri dönüyorum. Yol boyunca gördüğüm bahçe duvarlarında antik dönem yapılarından alınan malzemelerin kullanımı ilginç görüntüler oluşturuyor. Küçük olmasına rağmen genel olarak sağlamca günümüze ulaşmış tiyatronun basamaklarından bahçelerin manzarasını iyice sindiriyor, temiz havayı derin derin soluyunca acıktığımı hissediyorum.



Gezinin başlangıç noktasında bulunan çınarın yanında karnımı doyuracağımı düşünerek geri dönüyorum, yanılmadığımı, hatta çok isabetli bir karar verdiğimi kısa sürede anlayacağım. İçine peynir konulduktan sonra katlanıp pişirilen incecik hamurlu börek ve incecik lavaş ekmeğinin içine konulan çeşitli malzemelerle dürüm yapılan sıkma'yı beklerken masaya zeytin ve ayran geliyor. Neredeyse aynı zamanda bir de tekir kedi çıkıyor ortaya, miyavlamarıyla bana eşlik ediyor. Gelen sıkmadan, börekten atılan parçaları havada kaparken içerden bir ses geliyor: 

- Siz karnınızı doyurun, ben onları ekmekleyeceğim birazdan.
- Baksana ama, nasıl duygu sömürüsü yapıyor.
- O da biliyor işin duyguyla yürüyeceğini.

İçeri giriyor, biraz sonra elinde bir tencere ile çıkıyor ve biraz ileri giderek pisilere sesleniyor, onlar da bu çağrıyı ikiletmeden doluşuyorlar yemeğin başına, bizim tekir de yerini alıyor hemen. Bir süre elinde tencere ile onları izliyor, sonra yanıma geliyor ve aynı duruş ve bakışla masaya bakıyor, bu durumların klişe 'Başka bir şey ister misiniz?' sorusunu beklerken bir anne gibi davranıyor:

- Doydunuz mu?
- Ellerinize sağlık; diyebiliyorum sadece; ama hem ellerine, hem ağzına hem de yüreğine sağlık. 



Yemek üstü vazgeçilmezi çayla birlikte elinde iki kutu ile geri dönüyor, merakla açılmasını beklediğim kutuların birinden kavrulmuş buğday ve melengiç, diğerinden kuru üzüm çıkıyor, yemek üstüne atıştırmalık. Hemen ağzıma atıp keyifle çayımı yudumlarken anıtsal kapının yanındaki beton binayı soruyorum, "Bilmem." diyor, "Kütüphane diye yaptılar, öyle kaldı, bütün bunları yıkacaklar, bizleri de buradan kaldıracaklarmış.". Her biri yaşadıkları tarihi üzerinde taşıyan köy evlerine bakıyorum, birinin ahşap balkonu da olan bu taş evler yorgun ama sevimliler. Koruma demek en eskiyi yaşatmak mı sadece? Tarihin eskisi ya da yenisi olur mu? Oluşan hoş atmosferi bozup ziyaretçileri bu keyiften mahrum etmek nasıl bir planlama acaba? Antik kenti yapanlar ve torunları yüzyıllarca beraber yaşamış ve ilginç bir birlikteliğe imza atmışlarken niye buna uygun düşünen yetkililer ortaya çıkmaz?



Gönülden vedalaşırken etrafa bir daha baktım, umarım tekrar geldiğimde bu keyfi tekrar yaşarım, bu ortama acır ve sahiplerine bağışlarlar.

* Bu geziye ait diğer fotoğrafları Facebook'ta görebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder